Gürültücü Olmak Ne Demek? Sessiz Toplumlarda Sözün İsyanı
Bir Siyaset Bilimcinin Gözünden: Güç, Sessizlik ve Gürültü
Güç, yalnızca yönetme kapasitesi değil; kimin konuşabileceğini, kimin susması gerektiğini belirleyen bir mekanizmadır. Bir siyaset bilimci olarak tarihe baktığımda, her iktidarın sessizliğe ihtiyaç duyduğunu, her toplumun ise bir “gürültücü”ye ihtiyaç duyduğunu görürüm. Çünkü gürültücü olmak, yalnızca bağırmak değildir — itaatin ritmini bozan, düzenin huzurunu sorgulayan bir siyasal eylemdir.
Tarih boyunca gürültü, sadece sesin değil; direnişin, muhalefetin, fark edilmenin aracı olmuştur. Antik Atina’nın agorasında yurttaşların tartışmaları da bir tür gürültüydü; çünkü demokrasi, sessizlikten değil, fikirlerin çarpışmasından doğmuştu. Bugün ise “gürültücü” olmak, siyasetin steril koridorlarında değil, sokaklarda, dijital mecralarda ve sivil alanlarda yeniden tanımlanıyor.
İktidarın Sessizlik Politikası: Gürültüden Korkmak
Her iktidar, bir biçimde sessizliği organize eder. Bu sessizlik, iktidarın konfor alanıdır. Kurumlar, medya ve ideoloji aracılığıyla topluma “makul ses” olmanın değerini öğretirler. Gürültücü olan ise bu düzeni bozar. Çünkü o, “düzeni koru” diyen dilin içinde “neden?” sorusunu yükseltir.
Bu bağlamda, gürültü bir siyasal bozulma değil, demokratik bir nefes alma biçimidir. Siyaset bilimi, sessiz çoğunlukların değil, konuşma cesareti gösteren azınlıkların tarihidir. Bu yüzden, “gürültücü” bir yurttaş aslında demokrasinin motor gücüdür.
Yine de iktidar, bu sesleri bastırmak için farklı stratejiler geliştirir:
– Kurumsal dillerle sınır çizer,
– Yasalarla meşru alanı daraltır,
– Medya aracılığıyla anlamı manipüle eder.
Ama her bastırılan ses, yankısını başka bir biçimde bulur. Gürültü, her zaman geri döner.
Erkek Stratejisi, Kadın Dayanışması: Gürültünün Cinsiyeti
Siyasal kültür tarihine baktığımızda, “gürültü”nün bile cinsiyetli olduğunu görürüz. Erkeklerin sesi genellikle stratejik, güç odaklı ve hiyerarşik biçimde yankılanır. Gürültü burada bir iktidar mücadelesi aracıdır.
Kadınların sesi ise çoğu zaman yatay, kapsayıcı ve dayanışmacıdır. Kadınlar “gürültü çıkarırken” yıkmak için değil, duyulmak için konuşurlar.
Tarihsel olarak erkek gürültüsü meydanları doldururken, kadın gürültüsü mutfaklardan, derneklerden, meydanlara taşmıştır. Bu fark, toplumsal dönüşümün yönünü belirlemiştir. Kadınlar, “gürültücü” olmanın anlamını yeniden yazmışlardır:
Gürültü artık öfkenin değil, var olma hakkının sembolüdür.
Bugünün dünyasında feminist hareketler, çevreci gruplar, LGBTQ+ dayanışmaları — hepsi bu tarihsel çizginin devamıdır. Onlar, siyasal alanın dışında tutulanların kendi yankısını oluşturduğu yeni gürültü biçimleridir.
Vatandaşlığın Gürültüsü: Katılım mı, Direniş mi?
Gürültücü olmak, aynı zamanda bir vatandaşlık pratiğidir. Devlete, topluma, hatta kendine “ben buradayım” deme biçimidir.
Modern toplumlarda vatandaş, genellikle oy vererek sessiz kalmayı öğrenir. Gürültü çıkaran ise sistemin “bozuk parçası” gibi görülür. Oysa demokratik vatandaşlık, pasif onay değil, aktif rahatsızlıktır.
Soru şu: Gürültücü olan mı sistemi tehdit eder, yoksa sessiz kalan mı onu çürütür?
Siyaset, çoğu zaman bu sorudan kaçar. Çünkü gürültü, kontrol edilemeyen bir enerjidir — spontane, örgütsüz, çoğu kez duygusaldır. Ama tam da bu nedenle, otantik bir güçtür.
Bir yurttaşın gürültüsü, yalnızca bağırış değildir; adaletin, eşitliğin, görünürlüğün talebidir. Demokrasi, bu sesleri duymayı öğrendiği ölçüde büyür.
Sonuç: Gürültücü Olmak, Sessizliği Politikleştirmektir
Sonuçta, gürültücü olmak bir saygısızlık değil, bir siyasal farkındalık eylemidir. Gürültü, düzenin karşısına kaos olarak değil; yeni bir düzen arayışı olarak çıkar.
Bugün toplumun “gürültücüleri”, bize şu soruyu fısıldıyor:
“Sessiz kaldığında kimin sesiyle konuşuyorsun?”
Her dönemin bir sessizliği, her sessizliğin bir bedeli vardır. Gürültücü olmak, o bedeli sorgulayanların cesaretidir.
Peki sen hangi taraftasın?
Sessizliği mi koruyorsun, yoksa gürültünün içinde kendi sesini mi arıyorsun?